Translation of "Bargain" in Turkish

0.008 sec.

Examples of using "Bargain" in a sentence and their turkish translations:

- It's a bargain.
- It's a bargain!

- Kelepir.
- Anlaştık o zaman.

What a bargain!

Ne pazarlık!

We made a bargain.

- Pazarlık yaptık.
- Biz anlaşmaya vardık.

I got a bargain.

Bir kelepir aldım.

I love to bargain.

Pazarlık etmeyi severim.

It's a real bargain.

Bu gerçek bir kelepir.

I love bargain sales.

Kelepir satışları severim.

He drives a hard bargain.

O sıkı pazarlık yapar.

This product is a bargain.

Bu ürün kelepir.

Tom got a bargain price.

Tom cazip bir fiyat aldı.

You drive a hard bargain.

- Sıkı bir pazarlığa girişiyorsun.
- Sıkı pazarlık yapıyorsun.

It is a Dutch bargain.

- Atılan ok geri dönmez.
- İş kararlaştırıldı.

I just love bargain sales.

Ben sadece kelepir satışları severim.

Tom drove a hard bargain.

Tom sıkı bir pazarlık yaptı.

These socks are a bargain.

Bu çoraplar sudan ucuz.

I found a real bargain.

Ben gerçek bir kelepir buldum.

Tom knows how to bargain.

Tom pazarlık yapmayı biliyor.

- I will make a bargain with you.
- I'll make a bargain with you.

Seninle bir pazarlık yapacağım.

- Tom thinks he got a bargain.
- Tom thinks that he got a bargain.

Tom pazarlık yaptığı düşünüyor.

You and I made a bargain.

Sen ve ben bir pazarlık yaptık.

You made a bargain with us.

- Bizimle mutabık kaldın.
- Bizimle anlaşmaya vardın.

Tom and I made a bargain.

Tom ve ben anlaşmaya vardık.

You're in no position to bargain.

- Pazarlık etme şansın yok.
- Pazarlık edebilecek bir durumda değilsiniz.

This dress is a good bargain.

Bu elbise iyi bir kelepir.

This watch is a real bargain.

Bu saat gerçek bir kelepir.

This carpet was a real bargain.

Bu halı gerçek bir kelepirdir.

- Tom thinks he got a good bargain.
- Tom thinks that he got a good bargain.

Tom iyi bir kelepire konduğunu düşünüyor.

I got the bicycle at a bargain.

Bisikleti çok ucuz fiyata aldım.

I bought this car at a bargain.

Ben bu arabayı çok ucuza satın aldım.

I kept my end of the bargain.

- Ben üzerime düşeni yaptım.
- Ben sözümü yerine getirdim.
- Ben verdiğim sözü tuttum.
- Ben üstüme düşeni yaptım.

Tom picked up a good bargain yesterday.

Tom dün sıkı bir pazarlık yaptı.

Tom kept his end of the bargain.

Tom verdiği sözü yerine getirdi.

Sami thinks he has got a bargain.

Sami pazarlık yapmayı düşünüyor.

- It's a good deal.
- It's a real bargain.
- This is a good deal.
- This is a good bargain.

Bu iyi bir anlaşma.

Is based around a contract or a bargain

düzen, refah ve milli saygınlık karşılığında

A plea bargain is out of the question.

Bir savunma pazarlık söz konusu değildir.

I got this typewriter at a bargain price.

Bu daktiloyu ucuza kapattım.

There is a bargain sale at that store.

O mağazada bir indirimli satış var.

Tom bought a camera at a bargain sale.

Tom indirimli satışlarda bir kamera aldı.

This car was very inexpensive, a true bargain.

Bu araba çok ucuzdu, gerçek bir pazarlık.

According to our bargain, you have to pay half.

Pazarlığımıza göre yarısını ödemek zorundasın.

I'm going to keep my side of the bargain.

Ben sözümü tutacağım.

He made a bargain with them about the furniture.

O mobilya hakkında onlarla bir pazarlık yaptı.

I bought this TV set at a bargain sale.

Bu TV setini indirimli satıştan aldım.

You must appropriately review the outcome of your bargain.

Pazarlığının sonucunu uygun bir şekilde gözden geçirmelisin.

Tom didn't live up to his end of the bargain.

Tom pazarlığın sonuna ulaşamadı.

Sami fixed Layla's car for the bargain price of 60 dollars.

Sami, Leyla'nın arabasını 60 dolarlık indirimli fiyatla onardı.

Isn't it strange?--A foreigner showing a local how to bargain at the bazaar.

Garip değil mi? - Yabancı biri yerli birine çarşıda nasıl pazarlık yapılacağını gösteriyor.

- It's a good deal.
- This is a good deal.
- This is a good bargain.

Bu iyi bir anlaşma.

I just want to make sure you live up to your end of the bargain.

Sözünde duracağından emin olmak istiyorum sadece.

- I didn't bargain for Mary's coming so soon.
- I didn't expect that Mary would come so soon.

Mary'nin bu kadar çabuk geleceğini beklemiyordum.

- I've done my part.
- I kept my end of the bargain.
- I kept my part of the deal.

- Ben üzerime düşeni yaptım.
- Ben üstüme düşeni yaptım.