Translation of "Bones" in Turkish

0.006 sec.

Examples of using "Bones" in a sentence and their turkish translations:

Dogs often bury bones.

Köpekler genellikle kemikleri gömerler.

Are those bones human?

Bunlar insan kemiği mi?

Their bones and muscles weaken,

Kemikleri ve kasları zayıflıyor

There are no broken bones.

Hiç kırık kemik yok.

The bones form a skeleton.

Kemikler bir iskelet oluşturur.

Don't throw bones to the dog!

Köpeğe kemik atma!

I feel it in my bones.

İçime doğuyor.

The cold seeped into her bones.

Soğuk onun kemiklerine sızdı.

He has strong bones and teeth.

Onun güçlü kemik ve dişleri var.

Buffalo bones were made into tools.

Bizon kemiklerinden aletler yapıldı.

The bones build up a skeleton.

Kemikler bir iskelet meydana getirir.

These are bones from a human.

Bunlar bir insandan gelen kemiklerdir.

Sami's bulldog dug up human bones.

Sami'nin bulldogu insan kemiklerini çıkardı.

- I don't think you've broken any bones.
- I don't think that you've broken any bones.

Senin bir kemiğinin kırıldığını sanmıyorum.

From the archaeofauna, from the animal bones,

arkeo-faunadan, hayvan kemiklerinden

Our dog buries bones in the garden.

Bizim köpek bahçede kemikleri gömer.

Our dog buries bones in the yard.

Köpeğimiz bahçede kemikleri gömer.

He was accused of stealing dinosaur bones.

O, dinozor kemiklerini çalmakla suçlandı.

My dog likes to gnaw on bones.

Köpeğim kemikleri kemirmeyi seviyor.

You shouldn't feed chicken bones to dogs.

Köpekleri tavuk kemikleri ile beslememelisin.

There are many bones in your body.

- Vücudunuzda birçok kemik bulunur.
- Vücudunda birçok kemik bulunur.

The bones remained frozen in the ice.

Kemikler buzda donmuş olarak kaldı.

The human skull consists of 23 bones.

İnsan kafatası yirmi üç kemikten oluşur.

This fish has a lot of bones.

- Bu balığın kılçığı çok.
- Bu çok kılçıklı bir balık.

I can feel it in my bones.

Bunu iliklerime kadar hissedebiliyorum.

The icy wind cut us to the bones.

Buz gibi bir rüzgar bizi kemiklerimize kadar dondurdu.

Our dog buries its bones in the garden.

Köpeğimiz kemikleri bahçeye gömer.

I don't like fish with lots of bones.

Çok kılçıklı balıkları sevmiyorum.

The sick person was only skin and bones.

Hasta adam sadece bir deri bir kemik kalmıştı.

The ones who come late get the bones.

Sona kalan dona kalır.

Yanni had some jealous bones in his body.

Yanni'nin biraz kıskançlık damarı vardı.

Vitamin K keeps your blood vessels and bones healthy.

K vitamini kan damarlarınızı ve kemiklerinizi sağlıklı tutar.

The dog ate the fish, bones, tail and all.

Köpek balığı, kemikleri, kuyruğu ve hepsini yedi.

He broke one of the bones in his leg.

Bacağındaki kemiklerden birini kırdı.

The spinal column is composed of twenty-four bones.

Omurga yirmi dört kemikten oluşur.

It was a cat starved to skin and bones.

Bir deri bir kemik açlıktan ölmüş bir kediydi.

I don't like to eat fish with many bones.

Çok kılçıklı balıkları yemeği sevmem.

Tom broke some bones in his arm and hand.

Tom kolundaki ve elindeki bazı kemikleri kırdı.

The archeologists found the bones of an ancient dragon.

Arkeologlar çok eski zamanlardan kalma bir ejderhanın kemiklerini buldu.

X rays are used to locate breaks in bones.

X ışınları kemiklerdeki kırıkları bulmak için kullanılır.

He met with an accident and broke some bones.

O bir kazaya uğradı ve bazı kemiklerini kırdı.

He broke some bones in his arm and hand.

Kolunda ve elinde kırıklar oldu.

I saw the old man feed his dog chicken bones.

Yaşlı adamın köpeğini tavuk kemiği ile beslediğini gördüm.

That scientist is looking for dinosaur bones in the valley.

O bilim adamı vadide dinozor kemikleri arıyor.

As far as I can tell, there are no broken bones.

Bildiğim kadarıyla, hiç kırık kemik yok.

- Sticks and stones may break my bones, but names will never hurt me.
- Sticks and stones may break my bones, but words will never hurt me.

İstediğin kadar konuş söyle beni yaralayamazsın.

But special bones in her ears register minute vibrations in the sand.

Fakat kulaklarındaki özel kemikler kumdaki en ufak titreşimleri algılar.

The scientist searched for the bones of the dinosaurs in the valley.

Bilimci vadideki dinozor kemiklerini araştırdı.

- Have you ever broken a bone?
- Have you ever broken any bones?

- Hiç kemik kırdın mı?
- Hiç kemiğin kırıldı mı?

I feel in my bones that they will never get along well together.

Onların birlikte iyi geçinmeyecekleri içime doğuyor.

The horse was so thin, i could feel its bones through the flanks.

- At çok zayıftı, böğrüne dokununca kemikleri elime geliyordu.
- At öyle zayıftı ki böğrünü elleyince kemiklerini hissedebiliyordum.

So we can go through skull and bones and flesh with just red light.

Yani sadece kırmızı ışıkla kemik ve bedenlerimizin içini görebiliyoruz.

An efficient FBI agent does not make any bones about carrying out his duties.

Verimli bir FBI ajanı görevlerini yürütme hakkında bir şey söylemiyor.

The poor old man became so thin that now he's just skin and bones.

Zavallı yaşlı adam o kadar zayıfladı ki şimdi sadece bir deri bir kemik.

The wall around the hut was made of human bones and on its top were skulls.

Kulübe etrafındaki duvar insan kemiklerinden yapılmış ve onun üstünde kafatasları vardı.

- He'll not live to make old bones.
- He won't make it to old age.
- He won't live a long life.

- O, uzun ömürlü olmayacak.
- O, uzun bir hayat yaşamayacak.

Just saying you don't like fish because of the bones is not really a good reason for not liking fish.

Kemiklerin balıklardan hoşlanmamak için gerçekten iyi bir neden olmadığından dolayı sadece balıklardan hoşlanmadığını söylüyorsun.

And Adam said: This now is bone of my bones, and flesh of my flesh; she shall be called woman, because she was taken out of man.

Adem, "İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir" dedi, "Ona 'Kadın' denilecek, çünkü o adamdan alındı."